26 Haziran 2012 Salı

Blend'ler, Malt'lar, Bourbon'lar, hepsi burada...

Viski, Viski, Viski... Dedik ya derin mevzuudur diye, o zaman yine İskoçya'dan Viski dünyasına dalmaya devam ediyoruz  Dostlar. 
Daha önceki Bira yazımızın sonunda belirttiğimiz gibi Viski'nin hammaddesi aslında Bira dır. Nasıl oluyor da oluyor diyorsanız anlatayım... Arkadaşlar nasıl Bira'nın HAS'ı sadece ARPA'dan yapılıyorsa Viski de bu HAS Bira'nın damıtılması ile elde ediliyor. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Amerikan Viski'leri ( Bourbon yani Jack Dainel's , Jim Beam vb. ) ve Kanada Viski'leri dışında üretilen tüm viskiler; bir iki istisna hariç, 2 çeşittir. Ne garip değil mi Bira'da 2 çeşit idi biliyorsunuz. Ancak bu çeşitlilik Viski'nin yapım süreci ile değil de kullanılan malzemeden dolayı oluşmaktadır. Konuyu biraz daha açarsak; Viski'nin ana hammaddesi olan ARPA diğer tahıllara göre daha pahalı bir üründür. Dolayısı ile sadece ARPA'dan yapılan Viski'ler ki bunlara MALT WHISKY denmektedir; pahalı bir içki olmaktadır. Bunun bir sebebi de  MALT Viski üretiminin biraz daha zahmetli ve geleneksel yollarla yapılıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Ama şu da herkesin kabul ettiği bir gerçektir ki MALT WHISKY; Viski'nin Anası, Babası, Ruhu, kısaca her şeyidir. 
Viski; 1830 yılına kadar geleneksel yöntemlerle POT STILL imbiklerde ve  sadece ARPA'dan damıtılıyordu. POT STILL imbik sağda görüldüğü gibi birşey dostlar. Bu imbikten mis gibi OLD PULTENEY Malt Whisky'si çıkıyor.
Ancak bu yöntemde kullanılan imbikler hem küçük, hem de her damıtım sonrasında içi temizlenmek zorunda olduğundan bu sistem zaman alıcı ve dolayısıyla pahalı bir damıtım sistemi idi. 1830 yılında Aeneas COFFEY adlı İrlanda'lı bir kardeşimiz sürekli damıtım sistemini sağlayacak bir İMBİK tasarlayıp kullanmaya başladı. 
Buna da COFFEY STILL, yada CONTINUOUS STILL adını verdiler. 
Bu STILL'e ( yani imbik'e ) hem sürekli olarak hammadde beslemesi yapıla biliyor hem de kesintisiz olarak damıtım yapılabiliyordu. Böyle olunca da daha kısa sürede daha çok Viski üretilmeye başlandı. Ancaaaaakkkk bu sistem bir fabrika gibi çalıştığından dolayı kapitalizm devreye girdi ve Viski hammade olarak diğer tahıllardan da ( çavdar, mısır, yulaf gibi ) damıtılmaya başlandı. Böylece BLEND WHISKY'lerin yolu açılmış oldu.
BLEND kelimesi İngilizcede 'karıştırmak harmanlamak' anlamına gelmektedir bildiğiniz gibi. Bundan da anlaşılacağı üzere; bu tarihten sonra Viski fabrikalarında her türlü tahıldan ( mısır, arpa, çavdar, buğday vb. ) daha ucuz; ama belirgin bir karekteristik özelliği ve aroması olmayan Tahıl Viskileri ( GRAIN WHISKY ) üretilmeye başlandı. Ancak dediğimiz gibi bu Viskilerin karekteristik özellikleri yani tadı tuzu olmadığı için de; damıtım evlerinde ve sadece Arpa'dan damıtılan MALT WHISKY'lerle karıştırılıp harmanlanarak daha ucuz BLEND WHISKY'ler üretilmeye başlandı. Marketlerde görmüş olduğunuz ve bilinen tüm meşhur markalar ( Johnny Walker, JB , Cutty Sark, Ballantines, Teacher's, Chivas Regal, Haig vb..) etiketlerinde de yazdığı gibi birer Blended Whisky'dir.   

Böylece viski daha ucuza, daha büyük kitleler tarafından tüketilmeye başlandı.
Her Blend Whisky'nin harmanında, %25'den az olmamak üzere %40-45'e kadar değişen oranlarda Malt Whisky olmak zorundadır. İskoç ve İngiliz kanunları böyle diyor. Haa bir de en az 3 yıl meşe fıçılarda dinlendireceksin diyor aynı kanunlar. Ancak yine, bilinen tüm iyi markalar 5 ila 8 yıl arasında dinlendirip öyle satışa çıkarıyorlar viskilerini. Ucuz dedik ama aşağıladık sanmayın. Blend Viski'lerin de marka marka kendilerine has aroma ve kokuları vardır. Tabii ki bu aromaları da içine giren Malt Viskilerden almaktadır. Yani düz mantıkla bakarsak ;
NE KADAR MALT O KADAR KALİTE... 
Örnek vermek gerekir ise Johnny Walker Black Label'ı oluşturan %40'lık MALT oranında, 42 çeşit Malt viski bulunmaktadır. Geri kalanı da Tahıl viski'sidir. Tabii bu karışımların oranları devlet sırrı gibi saklanmaktadır firmalar tarafından. Hatta firmaların baş harmancıları hariç kimsenin tam olarak bu oranları bilmediği rivayet edilir viski dünyasında. 
Bunun içindir ki Viski üreten firmalarında en yüksek ücretleri alanlar da bu Baş Harmancı'dır. Ne güzel değil mi? Hem dünyanın en güzel karışımlarını hazırla bir de üstüne deve yüküyle para kazan... Bakar mısınız yandaki Colin SCOTT abimize. KONSOLOS gibi... Kendisi Chivas Regal'in efsanevi baş harmancısı olup 18 yıllık Chivas Regal Gold Signature Viskisinin yaratıcısıdır. Kutunun üzerine de altın yaldızlı imzasını çakmıştır.

Bu arada şunu da belirtmeliyim ki Blend Whisky'ler içindeki Tahıl Viskisinden dolayı yıllandırmaya pek uygun değillerdir. Daha doğrusu yıllanmak bu viskilere fazla bir şey katmaz. Bazı markaların şişelerinin üzerinde yazan yıl ibareleri de o viskinin harmanında kullanılan en genç Malt viski'nin yaşını belirtir. Yani 12 yıllık bir Chivas Regal içiyorsanız, bilin ki içinde 15-18, bekli de 20 yıllık Malt Viskiler bulunuyordur. Nadiren de olsa bazı Blend Viski'ler de harmanlandıktan sonra birbirlerine alışmalaraı ve bir bütün olmaları amacıyla, duruma göre 3-5 yıl fıçılarda dinlendirilirler, bu işleme de EVLENDİRME denilmektedir Viski camiasında... Ne kadar Romantik değil mi? Bir de Viski için MAÇO ERKEK içkisi derler; buyrun bakalım nasıl MAÇO muymuş...
Evet dostlar Blend'ler şimdilik bu kadar. Dedik ya

NE KADAR MALT O KADAR KALİTE diye; Haftaya ENNNN KALİTELERİ, yani MALT'LAR geliyor. Sıkı durun... Hepinize iyi haftalar.




19 Haziran 2012 Salı

UISGE BEATHA... kısaca VİSKİ..

   Yaşam Suyu, Hayat Suyu, Uisge Beatha... Sonuçta Viski'yi tanımlıyor bir çok dilde... Gerçi UISGE BEATHA ( tam İSKOÇ'cası USQUEBAUGH ) Hayat suyu anlamına gelmek suretiyle tüm viski dünyasına buradan yayılmıştır. Evet dostlar bu hafta içki dünyasının bence en derin mevzularından olan VİSKİ ( WHİSKY , WHISKEY hepsi aynı ) dünyasına giriyoruz. Gerçi hangi noktasından gireceğimi ben de çok düşündüm arkadaşlar. Çünkü Amerikan'ından başla , Kanada'sı, İrlanda'sı ; Malt'ı , Çavdar'ı ; Burbon'u , Tennessee'si ve tabii ki İSKOÇYA'sı derken hem çok çeşidi, bununla birlikte de çoook farklı tadları olan muhteşem sıvıdan bahsediyoruz. Gerçekten zor ama bir o kadar da keyifli mevzuu Viski...
Tabii ki girişi İSKOÇYA'dan yapmak lazım; her ne kadar ilk Viski'yi İskoç'ların mı yoksa İrlanda'lıların mı damıttığı konusunda iki ülke arasında hala bir iddalaşma olsa da, Viski'nin ilk olarak  1494 yılında damıtılmaya başlanmış olduğunu anlıyoruz yazılı belgelerden.


Bu tarihlerde İskoç köylüleri kendi tüketimleri için küçük bakır imbiklerde Viski damıtıp bu 50-60 derece alkollü
Viski'yi dinlendirmeden tüketiyorlarmış yandaki resimde görüldüğü gibi... Tabii ondan sonra da o kafayla İngilizlere kafa tutup savşıyorlarmış özgürlük için. 
 ( Bkz. BRAVEHEART ve ROB ROY... ) 



Bu noktada biraz İskoçlardan bahsedeyim sizlere. Efendim İskoç'lar ve İrlanda'lılar, KELT ırkından gelmektedirler ki İngiliz'lerle alakaları yoktur. İngilizlerde bilindiği üzere ANGLOSAKSON olup onların da KELT'lerle alakaları yoktur doğal olarak. Ama her ne hikmetse Britanya adasında buluşmuşlar ve senelerce İngiliz'ler İskoç'ları ezmeye ve yok etmeye çalışmışlardır. İskoç'ların da savaşçı ruhu depreşince senelerce savaşmışlar. Sonunda işin içinden çıkamayan İngiliz'ler 'Ulan bu heriflerle baş edemedik bari akraba olalım' diyerek DAMAT olarak EDİNBURGH Dükü'nü almışlar ve bu gelenek taaa bugüne kadar gelmiştir.
Şu an ki Kraliçe Elizabeth'in eşi Philip Edinburgh Dükü'dür ve bu da her fırsat bulduğunda KILT giymesinden bellidir. Bu arada, damat olarak bir İskoç seçtikten ve başka Damat'a da gerek kalmadığından dolayı İngilizler, İrlanda'lıların bir kısmı ile hala çatışmaktadırlar. 
( Bkz. IRA ve BELFAST )


Bu kısa tarihi bilgiden sonra tekrar dönelim Ateş Suyu'na. Dedik ya; İskoç köylüleri kendi Viskilerini damıtmaya başladılar, daha sonra işin cılkını çıkartıp bunu satmaya başlamışlar. Bir süre sonra bu ticaret öyle bir hal almış ki Londra'daki CİN satışlarını geçmiş Viski satışları. Buna iyice KIL olan Kral III GEORGE Viski üretimini azaltmak için ağır vergiler koymuş. Ama bizim İSYANKAR İskoç kardeşlerimiz bununla da yılmayıp MERDİVEN ALTI olarak Viski imalatına devam etmişler. Ve sonunda Kral IV GEORGE 1820 tarihinde yine 'Ulan bu heriflerle uğraşılmaz' deyip viski üzerindeki vergileri de hafifletip 'Ne haliniz varsa görün' diyerek İskoç'ları kendi hallerine bırakmakta bulmuş kurtuluşu. 

İşte bu tarihten sonra Viski imalatı çok daha sistemli olarak gelişmiş ve 1823 yılında Glenlivet'li George SMITH ilk Viski Üretim Ruhsatı'nı almış İngiliz Hükümetinden. Ve GLENLIVET halen bu yandaki damıtım evinde üretilmektedir. 
Ve şöyle de bir sonuç alınmaktadır... GLENLIVET Scotch  MALT VİSKİ'lerin en prestijli ve en iyi örneklerindendir. Etiketinde  de merhum George Smith imzasını taşımaktadır hala... Ruhu Şad Olsun...

İşte böyle başladı Viski'nin yolculuğu. Daha sonra Amerika kıtasına göç eden İrlanda'lılar yanlarında götürdükleri imbiklerle bu sefer Amerika kıtasında Viski damıtmaya başladılar. Ancak illa birileri KIL olacak ya; 1930'lu yıllarda bu sefer de Amerika Başkanı yasakladı içkiyi iyi mi... Bu yasak İrlanda'da çok ilerlemiş olan Viski endüstrisine büyük darbe vurarak bir çok damıtım evinin iflas etmesine yol açtı. Bunu fırsat bile İskoç'lar da pazarı ele geçirerek bu gün, adıyla istenen SCOTCH WHISKY'yi dünya pazarına yaydılar. Bundan sonrası malum... WHISKY denilince ilk akla gelen yer İSKOÇYA oluvermiş. Yine bir saplama yapalım. Dünya da sadece İskoçya , Kanada ve Japonya'da üretilen viskilerin üzerinde WHISKY yazar. İrlanda, Amerika ve diğer ülkelerde üretilen viskilerin etiketine WHISKEY yazmaktadır. Bu da İrlanda'lıların, İskoçlara kızarak yaptıkları KILLIK olarak Viski tarihine geçmiştir. 

Bu hafta da burada keselim daha fazla sarhoş etmeyeyim sizleri Dostlar. Haftaya viski çeşitleri ve güzellikleri mevzuuna akacağız yavaştan. Hepinize iyi haftalar. Sevgilerimle. 

10 Haziran 2012 Pazar

SARIŞIN'lar bitti, ESMER ve KIZIL'lara devam...

Bira muhabbetimizi bu hafta sonlandıracağız diye umut ediyorum ancak asıl işin ÖZÜ olan ALE'lerden söz etmeden bitirmek Bira alemine ihanet olur. Bu hafta da kısaca bu konudan dem vuralım.
Aslında biranın HAS'ıdır ALE'ler. Neden hasıdır derseniz, çünkü yaklaşık 4000 yıldır çeşitli şekillerde üretilen ve tüketilen biraların tamamı üst fermantasyon yoluyla üretimiş ALE tipi biralar idi. Taaa ki 1842 yılında ÇEK Cumhuriyeti vatandaşı Josef GROLL abimiz, PLZEN      ( ki türkçe meali PİLSEN olur... ) şehrinde kurduğu fabrikada raslantı sonucu SARIŞIN'ı üretmesi ile Bira dünyası 2. çeşidine kavuşmuştur. Yani anlayacağınız uzuuunn yıllar boyunca KIZIL'lar ve ESMER'ler miş Biranın atası... Ancak bu noktada şunu da belirtmek gerek ki ALE tipi biralar hem mayalanma sürecinde hem de saklama koşulları açısından uygun serinlik aramaktadır. Dolayısı ile çabuk bozulabilen bir yapıya sahiptirler. Buna rağmen SARIŞIN diye tabir ettiğimiz LAGER ( ki bunun da Türkçe meali DEPOLAMAK'tır ) tipi biralar ALE'lere göre daha uzun ömürlüdür ve adından da anlaşılacağı gibi DEPOLANABİLİR özelliklere sahiptir. Bu özelliklerinden ve de bardaktaki renginin çekiciliğinden dolayı ilk önce Danimarka'ya ve ardından tüm dünyaya çok hızlı bir şekilde yayılarak tüketimde öne geçmiştir. Bardaktaki çekicilik meselesi de yine ÇEK'lerin marifetidir arkadaşlar. Çünkü PLZEN şehri o tarihlerde CAM endüstrisinde çok ileri bir şehir idi. Bu zamana kadar Bira, metal, ahşap ya da Porselen kadehlerde içilir ve dolayısı ile dışarıdan göze hitap etmez idi. Ancak ÇEK'ler bu altın sarısı ve son derece berrak bir yapıya sahip birayı hem soğutup hem de cam bardaklara koymaya başlayınca dünyaya yayılması çok daha hızlı olmuştur.
 

Gerçekten de ikisinin duruşuna bakın. Şimdi SARIŞIN'ın neden tahrik edici olduğunu anlamışsınızdır.  




Bir de 1860 yılında PASTEUR amcamız PASTÖRİZASYON işlemini keşfettikten sonra arık LAGER'lerin önünde hiçbir engel kamadı dünyayı işgal etmek için...
Eeee şimdi kişi başına 160 lt. birayı ÇEK'ler tüketmeyecek de ben mi tüketeceğim??? Aslında kişisel istatistiklere de bakmak lazım ya neyse... Yoksa beninmle beraber bir çoğumuz ÇEK vatandaşımıyız ne!!! 

Şimdi gelelim ALE mevzuuna... Sevgili dostlar, dediğimiz gibi aslında BİRA'nın HAS'ı dır. ALE... Geleneksel üretim prosesi ile üretildiğinden dolayı daha karekteristik ve damakta çok farklı lezzetler bırakan biralardır. Yani bir kere alıştığınızda hep arasınız, bundan emin olun. Hele bir de yolunuz düşer İngiltere veya Belçika'ya giderseniz artık iflah olmaz bir ALE'ci olursunuz. Günümüzde ALE tipi biraların %90'ı ABD , Belçika , İngiltere ve İrlanda'da üretilmektedir. ALE'tipi biraların bir çok alt çeşidi ( Abbey , Trappist, Srong Ale, Indian Pale Ale , Red Ale , Bitter , Irish Ale, Scottish Ale , Stout , Kölsch, Porter gibi ) bulunmakla beraber genel olarak tok içimli, aromatik ve alkol derecesi yüksek biralardır. Lager tipi biralar serinletici özelliği ile öne çıkarken Ale tipi biralar yoğun aromaları ve tok içimleri ile anılırlar. Kokuları farklı, köpükleri farklı, içimleri farklı çok özel birlardır ALE'ler. Özellikle İngiliz ve İrlanda Publarında satılan tüm ALE'ler pastörize edilmeden servis edildikleri için içimleri daha bir lezzetlidir. Yani taze taze tüketirsiniz ki en güzel tarafı da budur. İngilizlerin, İrlandalıların, Belçikalıların hala vazgeçmemelerinin bir sebebi var elbet. Özellikle Köpükleri koyu kıvamlı ve çok aromatiktir. Hatta Belçikalıların meşhur Strong Ale'i DUVEL bardakta öyle bir köpük izi bırakır ki Bira camiasında buna Belçika Danteli diye ad verilmiştir. Yani sizin anlayacağınız özel biradır ALE'ler.
Genel görünümleri ise Altın Sarısından Siyah'a kadar uzanan bir renk skalasındadır. Bu arada şunu da belirtmeliyim Dostlar, her ne kadar Lager Tipi Biralara SARIŞIN'lar desek de, Lager lerin içinde de nadir de olsa Kızıl'a çalan renkli Lager'ler bulunmakta; aynı şekilde ALE'ler içinde de açık sarı renkli bazı örnekler bulunur ama bunlar Lager'in SARIŞIN, ALE'in de KIZIL ve ESMER olan genel adlarına gölge düşürmezler. Bu da biline...İşte size bazı muhteşem örnekler.
Sadece Belçika'da 3000'i , ABD'de 5000'i aşkın, İngiltere'de en az bu kadar marka olduğunu düşündüğümüzde, bu çeşitlerin en iyi örneklerini bile burada yazmaya kalksam herhale 1 hafta daha alır. Ancak malesef Türkiye pazarında çok sınırlı sayıda ithal ediliyor ALE'ler ve dolayısı ile bulmakta ve tadmakta sıkıntı yaşıyoruz.  Bir süre önce Türk Tuborg dünyanın en ünlü ve de ününü hak eden, Stout tipi GUINNESS'i ve de Abbey tipi Leffe'nin Blonde ve Brun olarak iki versiyonunu Türkiye pazarına soktu. Leffe artık tüm Gross marketlerde bulunabiliyor. Ancak GUINNESS'in çok sınırlı sayıda noktalara dağıtımı yapılıyor ki İzmir'de sadece 1 PUB da satışı yapılmakta. Bunlarla birlikte bir ithalatçı firmanın ithal ettiği, MIGROS ve CARREFOUR mağazalarında bulunabilen  PEDIGREE var ki yakalarsanız mutlaka deneyin derim. Yine de ALE konusunda RAF fakiriyiz anlayacağınız. Ama başta da belirtiğim gibi bir alışırsanız vazgeçemezsiniz Dostlar. Çünkü Biranın ruhu onun içinde.
Bu haftalık da bu kadar Dostlar. Bira'yı daha ileri haftalarda yemek konusu ile beraber yazmaya devam edeceğim. Ayrıca Evde Bira yapımı ile ilgili de reçeteler vereceğim sizlere. Yoksa Bira'yı yazmaya sayfalar yetmez... Bira konusunda sormak istediğiniz ve ya öğrenmek istediğiniz olur ise lütfen yorum bölümüne yazın. Memnuniyetle cevaplarım. 
Önümüzdeki hafta başka bir derin konuya VİSKİ'ye giriyoruz. Malum ne de olsa onun da ana hammaddesi Bira... Nasıl mı??? Haftaya açıklıyorum. 
Hepinize sevgiler...


5 Haziran 2012 Salı

BİRA 'lamaya devam...

Hepinize iyi haftalar derken BİRA muhabbetimize devam ediyoruz. Malum Haziran ayı da geldi, bu gün İzmir'de 30C'yi de gördük, eh soğuk biralar gelsin artık değil mi?
Evet arkadaşlar muhabbete kaldığımız yerden devam ediyoruz. Ne diyorduk; BİRA da BİRA....
Sevgili dostlar; ülkemizde bira tüketimi kişi başı yılda 12 lt. civarı. Bu da 24 adet 50 CC'lik şişeye denk gelir ki, benim 1 ayda içtiğim miktar zaten bu kadar. Gerçi bir ÇEK CUMHURİYETİ vatandaşını düşünürseniz ki yılda 160 LT. bira tüketirler; bizimkiler deve de kulak bile değil.  Eee o zaman nerede hata yapıyoruz diye sorarsanız söyleyeyim. Hata yaygın olarak düşünülen BİRA GÖBEK YAPAR inancında... Evet bütün problem budur arkadaşlar. Amaaa aslında bira göbek yapmaz; yapsa idi ÇEK vatandaşları ve Alman ve İrlanda ve İngiliz vatandaşlarının ortalama 160 kg. olması gerekmez miydi? Ben bile hala 88 Kg.'yum. Bu saplantıyı kafanızdan atın Dostlar, güzelim Bira'nın karalanmasına izin vermeyin. Doğrusu şudur; Bira değil, Bira'nın yanında yedikleriniz daha çok göbek yapar. Mesela; 100 gram fıstık tam 560 kalori çeker. Bununla birlikte Badem 600 kalori , Fındık 650 kalori , patlamış  mısır 478 kalori , patates kızartması 350 kalori, Sosis Tava ve Kaşar pane olayına hiç girmeyelim... Eee şimdi bir şişesi 200 kalori gelen zavallı Bira'nın suçu ne allahaşkına.  
Gerçi bu arkadaş ne yemiş içmiş bilmiyorum ama sadece Bira olmadığı kesin... 
Yanlız burada size birkaç tüyo vereyim bira eşlikçileri ile ilgili. Hani diyoruz ya fıstık, patates, mısır göbek yapar diye, ben bu işin yolunu çözdüm arkadaşlar. Diyetisyenlerin sözünü dinleyerek Bira'yı peynir ile tüketmekteyim. Ama kibrit kutusu kadar yağsız peynir değil tabii ki. O kadar söz dinleyemeyeceğim. İşin şakası bir yana Bira'nın en iyi eşlikçilerinden biridir peynir. Ne cins peynir diye soracak olursanız, Bergama tulumu , hellim, sert mihalıç peynirini şiddetle tavsiye ederim Bira ile. Ayrıca Eski kaşar ve Balıkesir Sepet peyniri de layığıyla eşlik ederler soğuk Bira'nıza. Bunun yanı sıra kornişon turşuyu da ekleyebilirsiniz keyfinize.  Dünyanın en önemli Bira üreticilerinden olan Belçika'daki Cafe'lerde Bira istediğiniz zaman yanında peynir tabağı getirmeleri boşuna değildir.

Biraz da ülkemizde satılan Bira'lardan bahsedelim. Bildiğiniz gibi  ülkemizde 2 büyük Bira üreticisi var. TÜRK TUBORG ve EFES PİLSEN. Market raflarında görmüş olduğunuz tüm biraların %90'ı bu iki üretici tarafından ya ithal edilmekte ya da üretilmektedir. Bunlardan TÜRK TUBORG , Carlsberg, Tuborg, Skol, Troy, Venüs, markalı biraları İzmir Pınarbaşı'ndaki fabrikasında üretirken,
GUINNESS, Leffe, Corona, Hoegaarden markalı biraları da ithal 
etmektedir. 







Buna karşın EFES PİLSEN'de; Efes Pilsen, Marmara Gold, Bomonti, Gusta, Mariachi, Miller, Beck's, Foster's markalı biraları Türkiye genelindeki 5 adet fabrikasında üretmektedir. Bu biralardan; Miller  Amerikan, Beck's Alman ve Foster's da Avusturalya markasıdır ve lisans ile üretilmekte Efes tarafından...   
 Bunların dışında da ithalatçı firmaların Türkiye'ye getirdiği biralar da mevcut market raflarında. Bunlardan da en önemli örnekler; Heineken,  Budweiser, Bitburger, Schkenkerla, König, Oettinger, Amstel, Pedigree, Apostel, Germania markaları...
Her örnekte olduğu gibi bunların içinde iyisi de vaaar vasatı da... Ama hiç yoktan iyidir değil mi, hem kötüyü tadmadan iyinin kıymetini nasıl bileceğiz... 
Yanlız şu da bir gerçek ki dostlar, her ne kadar Türk Bira pazarı gün geçtikçe daha da zorlaşmasına rağmen çeşitlilik konusunda 5 yıl öncesine göre çok daha iyi durumdayız. Bu da benim gibi misyoner tüketicilerin en çok hoşuna giden nokta. 
Yukarıda marka marka saydığım ve raf örneklerini verdiğim biraları Migros, Kipa, Metro, Carrefour, Tansaş gibi grossmarketlerde bulabilirsiniz. Hatta zaman zaman bu marketler bize sürpriz yapıp çok değerli örnekleri de getiriyorlar. Bunları da yakaladığımda sizlere tüyoları veririm zevkle... 
Sevgili dostlar bu haftada yazımızın sonuna geldik ama bir türlü şu Bira konusunu bitiresim gelmiyor. Bu hafta SARIŞIN'lardan bahsettik, haftaya ESMER ve KIZIL'lardan dem vuracağız. Eeee mazallah alınırlar sonra. Hepinize bol SERİNLİKLİ bir hafta diliyorum. Sevgiler...